Öncelikle, bir sorunu ele alış, ona bakış biçimi olan “yaklaşım” kavramından farklı değerlendirdiğimiz “kuram” kavramına ilişkin yapılan bazı tanımları aktarmak yerinde olacaktır.
Eğitim alanına göre kuram, düşünce alanında kalan bilgi ve bu nitelikteki bilginin bilimsel temel ve kuralları; gözlem konusu olan bir sınıf olay ve ilişki üzerinde yapılan deneyler sonucu doğruluğu hemen hemen kesinleşen yöntemli açıklamadır(TDK).
Bu tanımlara göre kuramı, yaklaşımların ve bilgilerin, bilimsel temel ve kurallara dayandırılarak yöntemli ve bilimsel olarak açıklanması ve belirli ilkeler altında toplanması olarak değerlendirebiliriz.
Çeviri olgusuna ilişkin her türlü bilginin bilimsel temel ve kurallarını, ayrıca amaç ve hedeflerini ortaya koyma gerekliliğinden ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz çeviri kuramlarının tarihine baktığımızda, her dönemde farklı kuramların ön plana çıktığını görüyoruz. “Çeviri kuramları” şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere çeviriye ilişkin tek bir kuram söz konusu değildir. Farklı yaklaşımlara bağlı olarak bilim adamları farklı kuramlar geliştirmiştir. Bunların ortaya çıkışında bilim adamlarının farklı görüşlerinin olmasını da sağlayan, her dönemin kendine özgü dini, felsefi, siyasi, sanatsal veya düşünsel yapılanması nedeniyle farklı çeviri gereksinimlerinin oluşmasıdır.
Ünlü bilge ve çevirmen Cicero, çevirinin, sözcüğü sözcüğüne mi, yoksa anlamı anlamına mı yapılması gerektiği sorunu üzerinde durmuştur. Cicero, orijinalin taklit edilmesinden kaçınılması gerektiğini vurgulamıştır. Çevirmenin, bir nevi, konuşmacı gibi dinleyicilerine göre hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir. Sözcüğü sözcüğüne çeviriyi değil, anlam çevirisini savunmuştur. Ancak kavramların ve düşüncelerin doğru ve aslına uygun aktarılmasını gerektiren felsefi içerikli metinlerde sözcüğü sözcüğüne çeviriden yana olmuştur.
Çeviri kuramın diğer bir öncüsü olan rahip, tarihçi ve çevirmen Hieronymus ise, özellikle sözcüklerin dizilişinin dahi bir gizem içerdiğini belirttiği kutsal metinlerin çevirisinde kaynağa bağlı kalma taraftarı olmuştur. Ancak kutsal yazılar haricinde Cicero’yu örnek alarak sözcüğü sözcüğüne çeviriyi değil, anlam çevirisini tercih etmiştir.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonraki süreçte hedef kültürü öne çıkaran betimsel yaklaşımlarla çeviri, kültürü de içine alan daha geniş bir çerçevede incelenmeye başlanmıştır. Bu yeni anlayışa göre çevirinin salt ya da öncelikle dilsel bir aktarımla sınırlı olmadığı, aynı zamanda kültürel bir aktarım olduğu görüşü benimsenmiştir.
Görüldüğü üzere, değişik zamanlarda değişen bakış açısına ve çevirinin amacına göre bireysel anlamda birçok kuram geliştirilmiştir.Tarih boyunca diller arası çeviri konusundaki tartışmalar, farklı kavramlar kullanılmasına rağmen, birebir (sözcüğü sözcüğüne) çeviri ve serbest (anlamı anlamına) çeviri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu iki yaklaşımı temel alarak oluşturulan birçok çeviri kuramı olduğunu görüyoruz. Bu kuramları 3 başlık altında inceleyecek olursak.
İletişimsel Çeviri Kuramı
İletişimsel çeviri kuramlarının temeli, doğal iletişim modeline dayanmaktadır. Bununla ilgili olarak konuşma esnasında göstergelerin işlevine işaret eden Alman psikolog, filozof, iletişim bilimci, dilbilimci ve dil kuramcı Karl Bühler’in, Platon’un dil kuramından etkilenerek, 1934’de geliştirdiği “Dilin Organon-Modeli” (Alm. OrganonModell der Sprache) iletişimin işlevine yönelik geliştirilen modellerden en köklü olanıdır. Bu modelde, üç önemli öge bulunmaktadır. Bunlar, gönderen işlevi gören ‘konuşmacı’, alıcı işlevi gören ‘dinleyici’ ve gönderge işlevi gören ‘nesne ve olgular’dır.
Bir iletişimin gerçekleşebilmesi için bir ‘gönderen’ ve gönderenin ‘göstergeleri’ni (mesajını) alan bir ‘alıcı’ gereklidir. Doğal iletişim modelini çeviri olgusuna uyarlayacak olursak, çeviride aynı mesajı ileten iki farklı gönderen ve aynı mesajı alan iki farklı alıcı bulunmaktadır. Şöyle ki, gönderen konumunda kaynak dil yazarı/konuşanı bulunmaktadır.Yazar/konuşmacı, yazılı, görsel veya işitsel sinyallerle iletmek istediği bilgiyi/mesajı, kaynak dil/kültür normlarınına uygun olarak bir bakıma kodlar. Kaynak dil alıcısı da gönderilen bilgiyi kendi dil dizgesinde çözümler. Çeviri olgusu devreye girdiğin de ise, çevirmen yazar/konuşmacı konumuna geçer ve kaynak iletiyi, hedef dilde yeniden kodlayarak üretir. Hedef dil alıcı da kendi bilgi birikimine, dil ve kültür bilgisine göre iletiyi çözümler. Çevirmenin, kaynak gönderenin iletmek istediği mesajı doğru aktarabilmesi için öncelikle kendisinin mesajı doğru alımlaması, daha sonra da çeviri sürecine ilişkin bir takım kararlar alarak, mesajın içerik ve biçim düzlemlerine özellikle dikkat ederek aktarma yapması gerekmektedir. Aksi halde hedef dil alıcısı, bu yeni göndericinin iletmiş olduğu mesajı çözümleyemez.
Çeviri olgusunda hedef metin ve hedef alıcının öne çıkmasıyla çeviri, faklı toplumlar, faklı kültürler ve farklı diller arasında bir köprü kurma özelliğinden dolayı iletişimsel bir boyut da kazanmıştır. Çevirinin iletişimsel boyutunun temelinde yatan ise, bir eylem gerçekleştirme isteğidir. İletişim birbirinden farklı kültür, dil ve insanlar arasında olduğundan, çeviri bu farklılıklardan kaynaklanan zorlukları da aşma durumundadır.
Skopos Kuramı
Vermeer’in bu kuramının temelleri 1978 yılında atılmıştır. Vermeer, 1978’de kaleme almış olduğu “Ein Rahmen für eine allgemeine Translationstheorie” adlı yapıtında çerçevesini çizdiği skopos kuramını geliştirerek, 1990’da “Skopos und Translationsauftrag” adıyla yayımlamıştır. Hedef, amaç, gaye, kasıt, erek, niyet anlamlarını taşıyan “skopos” kavramı Yunanca bir sözcüktür. Skopos kuramı, çeviriye işlevsel bir yaklaşımı savunur. Metinler, belli bir amaca ve hedefe yönelik olarak üretilen ‘edim’lerdir. Böyle bir edim aracılığıyla diğer insanlarla karşılıklı etkileşime girilir ve iletişim sağlanır. Bu edimde, durum, işlev, alıcı ve kültür çok önemlidir. Çeviriye profesyonel bir bakış açısıyla yaklaşan bu kurama göre, amaç, çeviriyi ısmarlayan tarafından belirlenir. Amaç ön planda olduğuna göre de, iletişim sağlanmak istenen alıcının kültür normları dikkate alınarak çeviride gerekli esneklikler yapılabilir. Ancak, sonuçta çeviri, özgün metinden çok farklı olmamalıdır. Burada kuramın, edimbilimden yararlandığını görüyoruz.
Bu kuramın, işleve yönelik yaklaşımdan ziyade amaç odaklı çeviri süreci olduğunu görüyoruz. Kurama göre, çeviri etkinliği sürecinde alacağımız kararları amaçlarımız belirler. Hedef metin, kaynak metinle uyuşabilir olmalıdır, ancak, mutlaka örtüşmek zorunda değildir, önemli olan hedef metnin işlevidir. Bir kaynak metnin çevirisindeki uygunluk, kaynak ve hedef metin arasındaki ilişkinin hedef metin amacını dikkate alarak çevrilmesi anlamındadır.
Kısaca, bu kuram, alanını uygulamayla sınırlamış bir kuramdır ve çeviri süreci odaklıdır; çeviri sürecini belirleyen etmen ise çevirinin amacıdır. Çevirmen bu kuramda özel bir konuma getirilmiştir. Kuramın amacı, çeviri eğitimini yönlendirmek olarak değerlendirilebilir (Bengi, 1995: 18). Kuram, ön planda tuttuğu hedef metin, hedef ülkede göreceği işleme göre oluşturulur. Amaç, hedef metnin hedef kültürde işlemesidir. Bu anlamda, çevirinin başarısı, işlevsel, anlamsal ve sözdizimsel bağlamda hedef dilin kültür ortamına uygunluna göre belirlenmektedir.
İşlevsel Çeviri Kuramı
Özellikle 1970’li yıllardan itibaren, çeviriyi, bilimsel bir zemine oturtup anlamayı ve tanımlamayı amaçlayan araştırma alanında sergilenen yapısalcı tutumun, çeviriyi anlamak ve tanımlamak açısından yetersiz kaldığı görüşüyle bu eğilimden uzaklaşılmaya başlanmış ve çeviride ‘işlev odaklı’ yaklaşımlara daha ağırlıklı olarak yer verilmiştir. Bu görüş doğrultusunda Hans J. Vermeer 1978’de yayımlanan makalesinde, metnin bir işlevi olduğunu ve belli bir kültür ortamı içinde belli bir işlevi yerine getirmesi gerektiğini savunarak işlevsel çeviri kuramlarının temelini atmıştır. 1984’te Katharina Reiß ile yaptığı “Grundlegung einer allgemeinen Translationstheorie” adlı ortak çalışmasında, 1978’de genel olarak oluşturmuş olduğu “Skopos Kuramı”nı genişleterek, ‘amaca uygun çeviri eylemi’ni anlatan yaklaşımı geliştirmiş ve uygulama alanına yönelik gerekçelendirmiştir. İşlevsel çeviri kuramının yaratıcıları Reiß ve Vermeer, bu kuramın, geleneksel dilbilim kalıplarına oturtulmuş çeviri kuramlarından farklı olacağını, bu kuramla yeni paradigmalar oluşturulacağını belirtmiştir. Bu kuramın özelliği, kaynak metni, hedef metni ve hedef alıcıyı ön plana çıkarması, çeviri sürecini, çeviri ürününü (Alm. Translat) ayrıntılı olarak betimlemesidir.
Çeviriyi bir iletişim aracı olarak kabul ederek iletişimsel çeviri kuramını benimseyen Nord (2001), eşdeğerlik gibi kavramları sorgulayarak bunların göreceli olduğunu belirtmiş, bunun yerine kaynak metin yazarının amacına sadık kalmaya çalışmak anlamında daha esnek bir kavram olan “bağlılık” (Alm. Loyalität) kavramının kullanımını önermiştir. Bu bakış açısından yola çıkan Nord, metinleri işlevlerine göre belgeleyici (Alm. dokumentarisch) ve araçlı (Alm. instrumentell) olarak ikiye ayırmıştır. Kaynak metnin korunması ve kaynak metnin işlevinin de bu türlere göre aktarılması gerekliliğine işaret etmiştir.
İşlevsel dilbilimin başlıca kuramcılarından olan Fransız dilbilimci A. Martinet’in geliştirdiği işlevselci görüşe göre, doğal dillerin temel işlevi iletişimi sağlamaktır. İşlevselcilik çok sayıda dil örneğini betimlemeye, her dildeki ulamları saptamaya ve diler arasındaki ortak özelliklerden çok özgül yapıları belirlemeye yönelir.
Diğer yandan, Amerikalı çeviribilimci Peter Newmark (1991), “The Curse of Dogma in Translation Studies” adlı makalesinde, işlevsellik adı altında son yıllarda kaleme alınan kuramları eleştirmektedir. Bühler’in, 1934’te davranışçı ruhbilim bağlamında geliştirdiği, metinleri işlevlerine göre üçe ayıran Organon modelinin yıllar önce Prag Dilbilim Okulu’nda uygulandığını, işlevselliğin öneminin skopostan çok önce anlaşılmış olduğunu, bu yeni kuramların, zaten bilinen şeylere yeni iddialı isimler vererek çeviribilime yeni yaklaşımlar getirdiklerini iddia etmenin çeviri olgusunu hafife almak anlamına geldiğini belirtmektedir . Buna karşın Vermeer, çeviribilim üzerine yazmış olduğu dört makaleden ilkini içeren “Çeviride Skopos Kuramı” adlı eserinde, kuramına ilişkin karşı savların olduğunu belirterek, Holz-Mänttäri (1981,1984) ve Vermeer’den (1987 ve sonraki gelişmeler) önce tutarlı ve bütünsel bir işlev odaklı çeviri kuramının bulunmadığını savunmaktadır.
This post is also available in: Türkçe